Gebeliğin sonunda gerçekleşen doğum süreci hem anne hem bebek için oldukça önem taşımaktadır. Bu noktada annenin bedeni üzerindeki tercihlerinin yanı sıra tıbbi müdahale gereklilikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bileşenlerin hepsi hassas bir şekilde değerlendirilerek doğum planlaması yapılması gerekmektedir. Anne adayın doğum şekline dair tercihi, şahsi haklarının bir yansıması olup hasta hakları kapsamında korunmaktadır. Aynı zamanda doğum esnasında gelişen komplikasyonlar ve beklenmedik durumlar hekimin tıbbi zorunluluğunu da gerektirebilmektedir. Bu kapsamda hasta rızasının yanı sıra hekimin tıbbi müdahale zorunluluğunu da etik, tıbbi ve hukuki açıdan değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu yazıda hukuki çerçevede doğumda hasta rızası, doğum esnasındaki zorunlu müdahaleler ve hekimin hukuki sorumluluğu ele alınacaktır. Sezaryen ve vajinal doğum arasındaki tercih hakkı, annenin doğum planına sadık kalma beklentisi ve hekimin tıbbi gereklilikler doğrultusunda hareket etme zorunluluğu değerlendirilecektir.
Öncelikle vajinal doğum ve sezaryen doğumun kısaca ne olduğu hususunu açıklamak isteriz. Vajinal doğum; bebeğin anne karnından herhangi bir cerrahi müdahale olmadan vajinal yoldan dış dünyaya gelmesine denir. Sezaryen doğum ise; anne rahminin cerrahi bir operasyonla kesilmesi ile bebeğin dünyaya getirilmesini işlemidir.
Tıbbi müdahalelerde hasta rızası esastır. Hasta rızası, bireyin kendisine uygulanacak tıbbi işlemlerle ilgili bilgilendirilmesi ve bu işlemlerin özgür iradesiyle kabul etmesi şeklinde tanımlanabilir. İnsan haklarına dayanan bu ilke, bireyin kendi vücudu üzerinde söz sahibi olma ve kişisel özerklik hakkına dayanmaktadır. Annenin doğum şekline karar verme özgürlüğü ve doğum şekline yönelik rızası kendi bedeni üzerindeki karar verme özgürlüğünün bir uzantısı olarak değerlendirilecektir. Annenin doğuma yönelik tercih hakkı Türk Hukuku’nda Anayasa, Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Hasta Hakları Yönetmeliği, uluslararası çerçevede Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ile güvence altına alınmıştır.
Annenin doğum şekline yönelik tercih hakkının hukuki temellerine bakacak olursak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesi’nde “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” Şeklinde hükme yer verilmektedir. Yine Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin 12. Maddesi’nde “Taraf Devletler, aile planlaması dahil sağlık bakım hizmetlerinden kadın ve erkeğin eşit olarak yararlanması için, sağlık alanında kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldırarak bütün önlemleri alacaklardır.
Bu maddenin 1. paragrafında öngörülen hükümler saklı kalmak kaydıyla Taraf Devletler kadına hamilelik, lohusalık ve doğum sonrası dönemde gerekli hizmetleri sağlayacaklar, hamilelik ve emzirme sırasında yeterli beslenme ile birlikte, gerektiğinde ücretsiz hizmet vereceklerdir.” Şeklinde hükme yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 24. Ve 25. Maddeleri kişinin vücut bütünlüğüne yönelik her türlü müdahalenin kişinin rızasına bağlı olduğunu içermekte olup daha üstün özel veya kamusal yarar olmadıkça yapılan müdahaleleri kişilik haklarına saldırı olarak nitelendirmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 26. Maddesi’nde rızanın varlığı hukuka uygunluk sebebi olarak sayılmış olup yine 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. Maddesi’ne göre de tıbbi müdahalelerde rıza gerekliliğine yer verilmiştir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 5. Maddesi’nde yer alan sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı, 15. Maddesi’nde yer alan bilgilendirme hakkı ve 22. Maddesi’nde bulunan tıbbi müdahalelerde rıza gerekliliği kadının doğum tercihine yönelik saygı gösterilmesi ve sağlık hizmetlerinden faydalanma noktasında ayrımcılığa maruz kalmaması kapsamında değerlendirilebilecektir.
Yukarıda yer verilen hukuki düzenlemeler ışığında hasta rızası doğum esnasında oldukça önem taşımakta olup hem annenin doğuma ilişkin tercihlerine saygı gösterilmesi hem de hekimin doğum sürecinde etik ve mesleki sorumlulukları dikkate alınmalıdır.
Şimdi de biraz doğum esnasında zorunlu müdahalelerde hekimin sorumluluğuna değinelim. Doğum esnasında hekimler anne ve bebeğin sağlığını koruma ve bu doğrultuda hareket etme sorumluluğuna sahiptir. Hekimin zorunlu müdahalelerdeki hukuki sorumluluğu; tıbbi standartlara uygunluk, aydınlatma yükümlülüğü ve acil durum koşulları gibi unsurlara bağlıdır. Öncelikle hekim; doğum öncesinde doğum sürecine dair detaylı ve anlaşılır şekilde anneye bilgilendirme yapmalıdır.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 5. Maddesi’nin d bendinde “Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.” Şeklinde hükme yer verilmek suretiyle hekimin hukuki sorumluluğuna ilişkin temel ilke açıkça yer almaktadır. Yani tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında rıza olmaksızın rızaya aykırı şekilde tıbbi müdahale yapılamaz. Kanunda sayılı hallerde zorunlu beden muayenesi, vücuttan örnek alınmasına ilişkin hükümler, tedaviyi reddeden hükümlülerin sağlık ve hayatlarının ciddi tehlike altında olması durumunda derhal hastaneye kaldırılarak muayeneye ve tedaviye yönelik araştırma yapılması, kamu sağlığını tehlikeye atan durumlarda tıbbi müdahale edildiği durumlar ve yine hastanın rızasının alınamadığı durumlarda bilincinin kapalı olduğu veya acil müdahale gereken durumlarda hastanın üstün yararı gözetilerek hekimin rıza almadan tıbbi müdahalesinde hukuka aykırılık mevcut değildir.
Hastanın hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlarda rızası aranmadan tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmesi, öğretide zorunluluk hali ve varsayılan rıza kavramı ile açıklanmaktadır. (ADIGÜZEL, op.cit., 2014, s. 972-973) Her somut olay kendi özelinde çeşitlilik göstermekte olup ona göre hukuki değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Rıza ile birbirine bağlı bir diğer husus aydınlatılmış onamdır. Aydınlatılmış onam başlı başına kapsamlı bir husus olup burada kısaca değinilecek olursa, Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. Maddesi’nde “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır.” Şeklinde açıklanmıştır.
Hastanın karar verebilmesi için yukarıda açıklandığı şekliyle tıbbi bilgilerin tümünü detaylı şekilde hastaya verilmesi gerekmektedir. Hastanın küçük veya kısıtlı olması durumunda veli ya da vasisi, hastanın şuurunun kapalı olması halinde yakınları bilgilendirilir.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 11. Maddesi’nde “Hasta, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir. Tababetin ilkelerine ve tababet ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya aldatıcı mahiyette teşhis ve tedavi yapılamaz.” Şeklinde, 14. Maddesi’nde “Personel, hastanın durumunun gerektirdiği tıbbi özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalışmak zorunludur.” Şeklinde hükme yer verilmek suretiyle hekimlerin ve diğer sağlık personellerinin sorumluluğu çerçevelendirilmiştir. Yukarıdaki maddelerde de açıkça belirtildiği üzere hekim gerekli durumlarda mesleğini icra etmekle sorumludur. Yani müdahale edilmediği durumlarda ciddi zararlar oluşacak durumlarda sorumluluk taşır.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk nedenleri arasında; gerekli dikkat ve özen gösterilmesi, tıbbi müdahalenin tıp mesleğini icraya yetkili kişi tarafından, tıbben kabul görmüş ilke ve esaslar çerçevesinde yapılması sayılabilecektir. Hekimlik riskli, özel ve teknik bir alanda yürütülen, üst düzey uzmanlık gerektiren son derece hassas bir meslektir.
Yukarıda saydığımız hukuka uygunluk sebepleri haricinde hekimin hukuki sorumluluğuna kısaca göz atacak olursak öncelikle hekimin tıbbi müdahalelerinde standart uygulamadan sapma olmaması gerekmektedir. Bu noktada tekrara düşmemek için özetle yukarıda saydığımız hekimin sorumluluğu olarak kabul edilen (aydınlatılmış onam, hasta rızasının alınması, hastaya gerekli tetkik ve tahlillerin yapılması) durumların hekim veya sağlık personelleri tarafından yapılmaması hekimin ve sağlık personellerinin sorumluluğunu doğuracaktır.
Hastaya müdahale gereksiz veya hatalı şekilde yapılırsa buna ilişkin hekimin hem cezai hem de haksız fiil sorumluluğu doğacaktır. Hekimin cezai sorumluluğu Türk Ceza Kanunu’nun 85 ve 89. Maddeleri arasında düzenlenen taksirle öldürme ve yaralama suçları kapsamında değerlendirilecektir. Haksız fiil sorumluluğu ise Türk Borçlar Kanunu’nda yer almakta olup Türk Borçlar Kanunu’nun 49. Maddesi’nde “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Şeklinde hükme yer verilmek suretiyle haksız fiil sorumluluğu açıklanmıştır. Bu durumda sorumlu tutulan hekimin kusuru nedeniyle anne ve bebeğin zarar görmesi durumunda hekimin sorumluluğu doğacaktır ve tedavi masrafları, iş gücü kaybı gibi kalemleri içerir maddi veya manevi tazminat davası açılabilecektir.
Sonuç olarak mühim olan annenin ve bebeğinin sağlığının gözetilmesidir. Bu noktada annenin rızasının kısıtlanması gereken durumların da olabileceği unutulmamalıdır. Otonomi ilkesi yani annenin kendi bedeni üzerindeki karar verme hakkı ile yararlılık ilkesi yani hekimin anne ve bebek için en faydalı seçeneği uygulama yükümlülüğünün dengede tutularak karar verilmesi gerekmektedir. Hasta Hakları Yönetmeliği’nin hem bebek bekleyen aileler hem de sağlık çalışanları tarafından daha detaylı bilinmesi önemlidir. Bu konuda farkındalığın arttırılması sonucunda bu yönetmeliğin daha etkin uygulanması doğum esnasında yaşanan hak ihlallerini büyük ölçüde azaltacaktır.
Comments